Yeni Konsept, Yeni NATO
NATO, bölgesel savunmacı karakterinden uluslararası krizlerle mücadele edebilecek bir hüviyete ve karaktere bürünmeye başlıyor..
Prof. Dr. Murat YEŞİLTAŞ, Dış Politika Araştırmaları Direktörü
NATO, Soğuk Savaş sonrasında toplam 4 stratejik konsept yayınladı. Birincisi; 1991 yılında Sovyet mirasını müteakip yeni bölgesel ve uluslararası jeopolitik gerçekliği temel alıyordu. İkincisi; 1999 yılında ilan edilen stratejik konsept idi. Bu konseptin referans kaynağı ise, Avrupa’nın hemen yanı başında gerçekleşen Balkan krizi ve bunun neden olduğu güvenlik dinamikleriydi. Üçüncü stratejik konsept ise 2010 yılında ilan edildi.
Bu konsept konvansiyonel askeri tehditlerin sınırlılıklarından kurtulmak suretiyle daha ziyade asimetrik ve geleneksel olmayan tehditlere odaklanıyordu. Bu bağlamda terörizmle mücadele ve siber uzay alanına giren konu başlıkları yeni güvenlik yaklaşımının temelini oluşturuyordu. Öte yandan bu konsept, 11 Eylül sonrası ABD’nin terörizmle mücadele adına tahrip ettiği uluslararası sistem içerisindeki meydan okumalara karşı NATO’yu yeniden konumlandırarak adapte etmeye yönelikti. Bu yönüyle NATO, bölgesel savunmacı karakterinden uluslararası krizlerle mücadele edebilecek bir hüviyete ve karaktere bürünmeye başlamıştı.
Dolayısıyla, 1990’lı yıllarda cereyan eden insani krize karşı insancıl müdahaleler başta olmak üzere askeri olmayan güvenlik konuları gibi geniş bir yelpazedeki risk ve tehdit kütüphanesi NATO’nun yeni güvenlik anlayışını ve yapılanması geliştirip derinleştirdi. Sonuç olarak bu dönemde NATO, Avrupa kanadını doğuya doğru genişleyerek güçlendirirken; jeopolitik nüfuzunu arttırıp, İttifak’ı yeni konjonktüre daha esnek bir şekilde uyumlaştıran mekanizmaya kavuştu. Gerçekte ise NATO’nun genişlemesi, Soğuk Savaş sonrasında Rusya’nın yarattığı boşlukların ivedi şekilde doldurulması prensibine dayanıyordu. Şüphesiz bu eğilim, ABD’nin stratejik ilgisini ve angajmanlarını konsolide eden bir işlev gördü.
2022 stratejik konseptine uzanan süreçte ise bölgesel ve küresel ölçekte öngörülemeyen ve belirsizliği derinleştiren son derece hızlı ve dönüştürücü gelişmelere tanıklık edildi. Bunlarından en çarpıcı olanı ve uzun vadeli stratejik etkiler yaratanı 2011 yılında patlak veren Arap Baharı idi. Arap Baharı, NATO’nun güney bölgesinde devletleri zayıflatmakla kalmadı; aynı zamanda ayaklanma, göç, terörizm, gıda güvenliği, ekonomi gibi çoklu nedenlerden dolayı yeni ve eskisinden daha kırılgan fay hatları ortaya çıkardı. Örneğin, Kuzey Afrika’dan Sahra Altı’na, Balkanlardan Yemen’e uzanan coğrafyada bu yeni özellikler görüldüğü gibi; eş zamanlı olarak Rusya’nın haricinde Çin gibi muhtelif aktörlerin konumlarını güçlendirdiğine şahitlik edildi.
Bir diğer önemli husus ise NATO’nun geleneksel yüzleşme alanını temsil eden hususlarda Rusya’nın gücünü yeniden kazanma arayış ve teşebbüsüne yönelmesiydi ki; bu durum Gürcistan’ı takiben Kırım’ın ilhakı gibi çok daha stratejik bir meydan okuma olarak baş gösterdi. Nitekim en son 24 Şubat’taki Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, Soğuk Savaş sonrasındaki en cüretkar Rus tehdidi olarak uluslararası toplumu endişeye sevk ettiği ölçüde, NATO’yu daha caydırıcı bir şekilde hareket geçirmeye yöneltti. Öte yandan, ABD ile Çin arasındaki rekabetin neden olduğu yeni uluslararası mevzilenme, NATO’nun üzerinde de yeni türden bir baskı oluşturdu. Buna ilaveten pandemi, iklim değişikliği, nükleer silahlanma, balistik füze teknolojisi, siber saldırılar, devlet dışı aktörlerin imkan ve kabiliyetleri, yıkıcı teknolojilerin gelişimi ve kullanım alanlarının yaygınlaşması gibi hususlar NATO’nun ajandasında daha fazla yer edinmesi stratejik konseptte yenilenme zaruretini doğurdu.
Bu yönüyle bakıldığında, dördüncü ve en son yayımlanan 2022 stratejik konsepti, bir öncekinden farklı olarak hem konvansiyonel tehdit algısını hem de asimetrik tehditleri bir arada ele alan hibrit yaklaşımı temsil eden bir düşünceye dayanıyor. Ancak bu değişim, NATO’nun üç temel prensibine dayanan alanlarda bir reformasyon değil; güçlendirme arayışına hizmet ediyor. Bu çerçevede NATO’nun üç temel misyonu olarak “savunma ve caydırıcılık”, “kriz önleme ve yönetimi” ile “iş birlikçi güvenlik” yaklaşımının eskisinden çok daha etkin, esnek, uyumlu ve işlevsel bir mekanizmaya kavuşturulması söz konusu. Bununla birlikte, 2022 stratejik konseptinin yeni bir jeopolitik mücadelenin de başlangıcını temsil ettiğini söylememiz gerekiyor.
Şöyle ki; ilk jeopolitik mücadele ekseni NATO ile Rusya arasında cereyan edecektir. Yeni stratejik konseptin Rusya’yı yeniden konvansiyonel askeri bir tehdit olarak tanımlaması, İsveç ve Finlandiya ile genişlemesi Baltık bölgesinin NATO’nun en kuzey toprağı haline getirecek olması bunun en belirgin işaretleri arasında yer alıyor ancak bununla da sınırlı değil. Ukrayna savaşı ile birlikte Rusya, Avro Atlantik ekosisteminden tamamen dışarı atılacaktır. Daha açık ve net bir ifadeyle, önümüzdeki 10 yıl boyunca ‘Rusyasızlaştırılma stratejisi’ altında yeni bir Avro-Atlantik bölgesinin inşası söz konusu olacak. Bu süreç enerji, ekonomi, askeri ve diplomasi ekseninde Rusya ile ilişkilerin askıya alınması anlamına geliyor ki zaten 2022 stratejik konsepti ile birlikte NATO’nun eş zamanlı diyalog ve caydırma stratejisine dayanan çift yönlü politikasının sona erdiği malum.
İkinci jeopolitik mücadele NATO ile Çin arasında cereyan edecektir. Çin’in ilk defa yeni stratejik konsept içerisinde Avro Atlantik bölgesini tehlikeye atan bir aktör olarak tarif edilmesi, Pekin’in Avro Atlantik bölgesine nüfuz etmesini engelleme amacı taşıyor. Diğer taraftan Madrid Zirvesi’nde boy gösteren Pasifikteki NATO partneri ülkelerin, Çin’e karşı mücadelenin sadece Avro-Atlantik bölgesinde olmayacağını gösterir niteliktedir. Bu haliyle NATO, Çin’e karşı Avro-Atlantik bölgesinde duvarı set gibi çekerken; Pasifikteki partner ülkeler üzerinden NATO’yu küresel bir örgüte dönüştürme çabası içerisine giriyor.
Üçüncü jeopolitik mücadele ise Avro-Atlantik bölgesinin kendi içerisinde cereyan edecektir. Rusya’nın Ukrayna işgali ile birlikte NATO içerisindeki tartışmalar sönümlenmiş olsa da ve Avrupa’nın stratejik otonomi şeklinde tezahür eden yaklaşımı zayıflamış gözükse de ABD’nin yeniden NATO’yu Avro-Atlantik bölgenin güvenlik öznesi haline getirmiş olması, Avrupa’daki Atlantik kanadını güçlendirecek ve Avrupacı kanadı da yeni bir hamleye zorlayacak niteliktedir. Keza Almanya gibi aktörlerin yeniden silahlanma angajmanına girecek bir savunma politikası anlayışı geliştirmesinin, NATO için bir avantaj olmakla birlikte Avrupa için mücadelede Almanya’yı daha fazla ve farklı bir biçimde öne çıkarması muhtemeldir. Ayrıca İngiltere Genelkurmay Başkanı’nın “Avrupa içerisinde bir savaşa hazırlıklı olmalıyız” ifadesi de İngiltere’nin AB dışındaki kendi özgül stratejisinin ufkunu göstermesi bakımından yeterince manidardır.
Hülasa yeni stratejik konsept, yeni bir NATO doğurma yolunda önemli bir adımdır. Bununla birlikte, yeni bir mücadelenin başlangıcının işaretidir. Göz önünde bulundurmalıdır ki, konsept her ne kadar var olan bütün meseleleri dikkate almış olsa da bu meselelerle mücadele etmek o kadar da kolay olmayacaktır.
[UHA Haber Ajansı, 08 Temmuz 2022]