Su Politikaları Derneği Başkanı Yıldız : Musilaj çöküşün yansıması, Geç kalırsak bize pahalıya mal olacak
UHA HABER / Odatv ve Eski TRT yapımcılarından Nurzen Amuran, Müsilaj çöküşün yansını sordu, Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız yanıtladı…
Nurzen Amuran- 10 gün süren bayram tatili sona ererken, Covit 19 ve Delta varyantı gündemde yine ön plana çıktı. Aşılarla birlikte maske mesafe ve hijyene özen gösterilmesi kişisel sorumluluğumuz değil aynı zamanda toplumumuz için önemli. Ancak yaşadığımız diğer sorunlar da çözüm bekliyor. Sözgelimi, Marmara denizinde yaşananlar. Marmara’daki ekosistemin çökmesinin nedenleri tartışılmaya devam ediyor. Sorun, hemen ortaya çıkmadı. Musilaj, sonuçlardan sadece biri. Bu hafta, Marmara Denizinde yaşananları ve su politikamızda ülkemizin gerçeklerini konuşacağız. Konuğumuz, Su Politikaları Derneği Başkanı Sayın Dursun Yıldız.
Hoşumuza giden bir çalışmayı gündeme getirerek söyleşiye başlayalım diyorum. Marmara Belediyeler Birliği, bilim insanlarından oluşan bir çalışma grubuyla Marmara denizinde uzun süredir bir ekosistem dengesinin bozulması sürecini incelemekte… Bu çalışmanın en büyük özelliği son yıllarda liyakat özlemi çekerken sorunun nedenleri ve yarattığı tahribatın sonuçları, bilimsel olarak ele alınıyor. Çözüm yolları öneriliyor. Ayrıntılara gireceğiz. Sayın Yıldız, çeşitli üniversitelerimizden katılan bu bilim insanlarımızın hazırladığı raporu genel başlıklarıyla nasıl değerlendirdiniz?
Dursun Yıldız – Marmara Belediyeleri Birliğinin Marmara Denizinin kirliliği ile ilgili çalışmaları 1970 li yılların sonunda başlamış. Yani 40 yıl önce. Bugüne kadar bu konuda yapılan bilimsel ve teknik çalışmaların açıklandığı 4 sempozyum gerçekleştirilmiş. En sonuncusu 2017 yılında yapılmış .TÜDAV da 2020 yılında bir sempozyum düzenlemiş. Bu sempozyumlarda Marmara’da ekosistem dengesinin bozulmakta oluşu ve artan kirlilik sorununa yönelik olarak birçok bilimsel uyarı yapılmış.
Aslında 1 ay önce Cumhurbaşkanlığı’nda yapılan bilim insanları toplantılarından sonra açıklanan eylem planları daha önce yapılan çalışmaların özeti oldu. Bu önlemlerin çoğu da atıksuyun ileri biyolojik arıtma tesislerinde arıtılarak sucul ortamlara temiz olarak verilmesi yer aldı. Ancak sorunu Marmara Denizi havzası ölçeğinde ekolojik, ekonomik, sosyal açılardan bütüncül bir şekilde ele alan bir plan önerisine rastlayamadık. Bu eylem planlarında daha çok çevredeki illerin koordinasyonu ile kirliliğin daha fazla denetlenmesine yönelik öneriler öne çıkmış. Bu önerilerden sürdürülebilir ve beklenen sonuçlar ortaya çıkmaz. Biz Su Politikaları Derneği olarak raporumuzda önerdik. Marmara Denizinin kurtarılması için Marmara Havzası ve Susurluk Havzası Marmara Denizi Havzası şeklinde birleştirilecek. Bu havzada bütünleşik havza koruma ve havza yönetim, kuraklık yönetim, sektörel su tahsisi planları gibi planlar Marmara’nın iyileşebilmesi için Havza ölçeğinde yekpare bir anlayışla hemen bu oksijen çadırına alınması gerekiyor. Çünkü sorun Müsilaj değil. Müsilaj bir sonuç. Asıl sorun Marmara’nın oksijensiz kalması. Marmara Denizi nefes alamıyor.
Amuran- Doğanın dengesini korumayı önceleyen bir düşünce yapısının hala oluşmadığını görüyoruz. Marmara Denizinin ötesinde geniş bir deniz kültürünün var olmadığı da bir gerçek. Yoksa bu denli ekosistem çökmezdi. Yaşananların sosyal ve ekonomik sonuçları da var, değil mi?
Yıldız – Deniz ve denizcilik kültürümüz gelişkin değil. Denizlerle olan ilişkimiz daha çok tatil, eğlence beldelerinin kıyı suları, apartman dairelerimizden görünmesi gereken manzara ve yöneticiler için atıksuların derine deşarj edilecek su birikintileri şeklinde ortaya çıkıyor. Oysa denizlerimiz için geliştirilmesi gereken kültür sadece onun sunduğu besinler, manzara veya eğlence dinlence mekanları değil, onun dünya ekosistem dengesindeki çok önemli yerini anlamayı da içermeli. Hele iç denizlerimiz ve büyük göllerimizdeki ekosistemin çöküşünün yaratacağı sosyal ve ekonomik sorunların çok ağır olabileceğini bilerek onları kirletmeme ve koruma kültürü ve bilincine de sahip olmalıyız. Deniz ve göllerin ekosistem dengesi bozulunca canlıların yaşam ve besin zinciri kopuyor, geçimini buradan sağlayan balıkçıların ve bağlantılı sektörlerde çalışanların da ekonomik gelirleri azalıyor. Tüketicinin ucuz ve sağlıklı beslenebileceği bir ürün azalıyor hatta ortadan kalkıyor.
Amuran – Marmara Denizindeki ekolojik dengenin bozulmasına yol açan karasal kirlilik yükünün artması ve bu artışın nedeninin de yönetimsel zafiyete dayandığı artık biliniyor. İnsanın kirliliğe katkısı nasıl oluşuyor? Marmara denizine en çok kirlilik yükü nerelerden geliyor?
Yıldız – Marmara denizinde ortaya çıkan sorun basit bir kirlilik sorunu değildir. Bu sorun özellikle karasal kirlilik yüklerinin 40 yıldır yeterli arıtma yapılmadan bu denize bırakılması sonucunda ekolojik dengenin çökmesi sorunudur. Musilaj ise bu ekolojik dengedeki çöküşün bugün itibariyle bize yansıyan sonucudur. Müsilaj, 2007 yılından bu yana kendini göstermiş ancak yönetimler bu mesajı almayınca daha geniş alanlara yayılarak daha görünür hale gelmiştir. Esas itibariyle bu sorun Marmara Havzasında su ve atıksuyun bütünleşik bir anlayışla yönetilemeyişi sorunundur. Yani bir su yönetimi zaafiyetiyle başlayan bir sorundur.
Bugüne kadar bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar, Marmara kirlilik yükünün %60’ının karasal kaynaklı, %40’ının ise Karadeniz’den gelen kirlilik yükü olduğunu ortaya koymuştur. Burada altını çizmek istiyorum Marmara’ya Karadeniz’den gelen Tuna ve Dinyeper nehirlerinin kirlilik yükleri gözardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bu kirlilik yüküne Marmara’ya kıyısı olan kentlerin evsel atık suları, özellikle İstanbul, Gebze, Bursa, Gemlik gibi bölgelerin sanayi atıkları, endüstriyel tesislerin ve termik santrallerin sıcaklığı artmış soğutma suyu deşarjları ve Susurluk ve Biga nehirleri havzasında aşırı gübre kullanımı sonucunda Marmara’ya taşınan azot ve fosfor yükleri de eklenmiş ve Marmara Denizi’nin dengesi tamamen bozulmuştur. Bu yükler daha çok Marmara’ya açılan nehirler üzerinden ve doğrudan deşarj şeklinde gerçekleşmektedir. Marmara’ya evsel-kentsel kirlilik yükünün önemli bir bölümü İstanbul atıksuları kaynaklıdır. Marmara Denizinin acil eylem planı kapsamında hemen ‘Oksijen Çadırına’ alınması gerekmektedir.
Amuran – Ergene Havzasının kirlilik yükünü toplayıp derin deniz deşarjı ile Marmara denizine ulaştıran bir sistem var. Bu sistemin de yeniden gözden geçirilmesi gerekmez mi?
Yıldız – Artık kirli su, atık su kavramı yerine “arıtılarak tekrar kullanılması gereken su” kavramını kullanmaya başlamalıyız. Bunu sadece kısıtlı olan suyun tekrar kullanımı için değil, doğanın kirlilikten korunması için yapmalıyız. Ülkemizde arıtılarak geri kazanılan suyun ya doğrudan endüstri veya tarımsal amaç için ya da yeraltı suyu rezervuarları ve uygun yüzeysel sulara depolanarak dolaylı olarak kullanımını amaçlamalıdır.
Bu uygulama Ergene Havzasının atıksuları için de yapılmalıdır. Çünkü diğer karasal kirlilik yüklerinin yanısıra, Ergene Havzasındaki eksik ve hatalı atıksu yönetim politikası Marmara’ya olan tehdidin çok önemli bir aktörüdür. Buradaki kirlilik yalnızca biyolojik değil, kimyasal bir muhtevaya da sahiptir. Ergene havzasının vakit kaybedilmeksizin atıksu yönetimi planlaması gözden geçirilmeli ve her türlü denetim, kontrol ve deşarj parametreleri şeffaf ve ulaşılabilir olmalıdır. İleri biyolojik arıtmadan geçirilen sular, Marmara Denizine deşarj edilmesi yerine sanayide ve tarımda tekrar kullanılmalıdır.
Amuran – Ülkemizde yeterli arıtım yapılmadan atık suların denize dökülmesi sadece Marmara havzasına yönelik bir sorun değil. Sözgelimi diğer kıyı kentlerimizde de bu alt yapı sistemi hep ihmal edilmiş. O bölgelerde de deniz kirlenmesi farklı şekillerde ortaya çıkabilir değil mi?
Yıldız – Tabii ki çıkacaktır. Çünkü ekosistem yerine, doğa tahribatçısı, vahşi ekonomik sistemin tercihi sonunda felaketi getiriyor. Örneğin yaklaşık yarım asırdır Marmara konusunda yapılan bilimsel çalışmaları dikkate almayan politika yapıcılar ve karar vericiler, ekosistem yerine ekonomik sistemden yana tavır koymuşlar ve ekolojik sistem dengesinin tamamen bozulmasına neden olmuşlardır.
Marmara Denizinin çevresinde yaşayan nüfusun ve sanayi üretiminin çok hızlı artması, kirlilik yükünün de çeşitlenip artmasına neden olmuştur. Sonunda denizin belirli bölümlerinde çözünmüş oksijen seviyesi kritik eşik değerlerinin altına inmiş ve canlı yaşamın besin zinciri kopmuştur. Bu risklerin, gerekli çevresel ve kirlilik koşulları oluştuğu zaman, ülkemizin diğer kıyılarında da çeşitli kirlilik şekilleriyle ortaya çıkması kaçınılmaz olacak. Bu benim uzmanlık alanım değil. Ben bu sorunların ortaya çıkmaması için su ve atıksuyun sürdürülebilir olarak nasıl yönetilmesi gerektiği konusunu çalıştım araştırdım ve DSİ de uyguladım. Ancak son dönemde deniz biyolojisi ve deniz bilimi çalışan bilim insanlarının yaptığı açıklamalar bu riskin var olduğunu ortaya koyuyor. Ben de su ve atıksuyu havza ölçeğinde yönetmek konusunda eksikliklerimizin olduğunu bildiğim için bu öngörünün doğru çıkma ihtimalini yüksek görüyorum.
Amuran – Sorunlardan birinin, “politika yapıcılarının ve karar vericilerin, ekosistem yerine ekonomik sistemden yana tavır koymaları ve ekolojik sistem dengesinin bozulmasına yol açmaları” dediniz. Bu konuyu biraz açalım. Özellikle popülist yaklaşımlardan uzak durmak gerekir, değil mi?
Yıldız – Su Yönetimi üç temel ayak üzerine oturur ve Ekonomi, Ekoloji, Sosyolojiyi dikkate alarak bütünleşik, katılımcı, şeffaf bir şekilde yapılır. Ancak gerek merkezi gerekse yerel yönetimlerdeki su ve atıksu yönetimi anlayışımız, ekoloji-ekonomi dengesini sağlamakta zorlanmış ve çoğu zaman ekolojiden ödün vermiştir. Bu ödünlerin verilmesine zorunlu olunduğuna yönelik çeşitli nedenler de sıralanabilir. Hatta bunların bazıları kabul de edilebilir. Ancak doğanın bu tahribatını görerek aynı yönetim anlayışını sürdürmek kabul edilemez.
Yeterli ve sürekli olarak temiz suya ulaşım ve sağlıklı bir çevrede yaşamak temel bir canlı hakkıdır. Ancak bunu savunmak yetmez. Uygulayabilmek gerekir ve bunun uygulamada gerçekleşmesi katılımcı, toplumcu-gerçekçi bir politikaya ihtiyaç gösterir. Fakat bunun aksine ekonomik ve politik nedenlerle uygulanan popülist su temini politikaları, özellikle yerel yönetimlerde sadece suyu en ucuza tüketiciye ulaştırma anlayışına kilitlenmiştir.
Bugün su kaynaklarımızı toplumsal ve ulusal çıkarlarımızı dikkate alarak kullanmak ve yönetmek için kullanıcılar ve yöneticiler olarak bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. Bu değişikliği yenilikçi tüm gelişmeleri ulusal ve toplumsal çıkarlarımızı önceliyerek gerçekleştirmeli ve suyun sadece temini anlayışından suyun bütünleşik yönetimi anlayışına geçmeliyiz.
Özetle ; popülist su temini politikaları yerine, suyun toplumcu gerçekçi ekosistem tabanlı olarak yönetimi politikalarına geçmemiz lazım. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek hatasını sürdürmemeliyiz. Bunun ulusal, ekonomik, sosyal ve toplumsal bedeli ağır olmaya başlamıştır. Atıksu yönetimi, su yönetiminin vazgeçilmez bir parçasıdır. Su yönetiminin tüm alanları gibi atıksu yönetiminde de paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. Burada atıksuyu arıtıp deşarj etmek yerine suyun geri kazanımına yönelmeliyiz. Bunları gerçekleştiren sanayicilerimiz var. Tabii bu sadece teknik ve ekonomik imkanlar sorunu değil, bir ekoloji tabanlı düşünme kültürü oluşturma konusudur.
Amuran -Ülkemizde yaşanan kuraklığın, enerji üretiminde su ve gıda ihtiyacında dengeleri bozduğunu sıklıkla anımsatıyorsunuz. Önce hidroenerjideki durumu ele alalım: Ocak ayında “Hidrolojik Kuraklığın HES Üretimine Etkisi” başlığında bir rapor yayınlamıştınız. Bu raporunuzda Hidrolojik kuraklığın HES’lerde de etkisini gösterdiğini ve Hidroenerji üretiminin düştüğünü yazmıştınız. HES’lerden ortaya çıkan enerji üretimi açığı nereden karşılanıyor, tüketicilere nasıl yansıyor?
Yıldız – Ülkemizin yıllık elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık yarısı ithal kaynaklara dayalıdır. 2020 yılında Enerji üretimimizde termik santrallerin payı %57, hidroenerjinin payı ise %25 oldu, diğer rüzgar, güneş, jeotermal enerji kaynakları ise %15 oranında bir katkı sağladı. Hidroenerji üretimi 2020 yılının Eylül ayından itibaren son 9 ayın her birinde bir önceki yılın aynı aylarına göre düşmüştür. Örneğin Mayıs 2020’de HES’ler toplam elektriğin %43’ünü üretmişken bu oran Mayıs 2021 de % 23’e gerilemiştir. Aynı ayda termik üretim ise %20 oranında artmıştır. Hidroelektrik enerji üretiminin azaldığı dönemlerdeki elektrik talebi, diğerlerinden daha hızlı devreye alınma özellikleri nedeniyle genellikle doğalgaz çevrim santrallerinden karşılanır. Bu da bu yıl ancak elektrik satışı tavan fiyatı çok yükseltilerek sağlanmıştır. Bu durum özellikle pik saatlerdeki enerji maliyetinin de artması ve hanelere ilave maliyet getirmesi sonucunu doğurmuş, nitekim 3 hafta önce elektriğe %15 oranında zam yapılmıştır. Ben yıl sonuna kadar elektrik fiyatlarına en az bir kez daha zam yapılacağını düşünüyorum.. Bu sorunun tüketici aleyhine daha fazla dönmeden dengelenebilmesi için yeni bir enerji planlamasına ihtiyaç vardır. Bu kapsamda ülkemizin daha fazla yağış alan bölgelerinde yeni büyük barajlı HES’lerin inşaası ve kamu eliyle işletilmesi de değerlendirilmelidir.
Amuran – Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yayınlanan bir raporda, “Türkiye’de kuraklığın geniş bölgelerde hissedileceği ve aşırı sıcak günlerin sayısının artacağı” söyleniyor. Tabii bunun sonucu en çok tarımda hissedilecektir. Sizin bir araştırmanızda okumuştum. Araştırmada Konya ovasındaki tarım arazilerinin tümünün kuraklık nedeniyle değerlendirilemediği gibi yaşanan su problemine çare olarak yeraltı sularının bilinçsizce kullanıldığı vurgulanmıştı.
Prof. Dr. M. Tahir Nalbantçılar, “Kaçak kuyulardan ne kadar su çekildiği bilinememekte” diyor. Yeraltı suları alarm vermez mi bu durumda?
Yıldız – Yeraltı sularımız çok stratejik. Herkes aynı fikirde ama koruma ve verimli kullanım açısından ilerleme kaydedemiyoruz. Biz Su Politikaları Derneği olarak bu konuyu yazdığımız raporlarla sürekli gündemde tutmaya çalışıyoruz. Yeraltı sularımızın % 85’i tahsis edilmiş durumda. Ancak yeraltı suyu havzalarının kullanım beslenim dengesini koruyamıyoruz. Sadece izliyoruz ve seviyenin düştüğünü açıklıyoruz. Bunun temel nedeni ruhsatsız kuyular ve kontrolsüz çekimler. Burada sanayinin kuyularında kısmen bir denetim sağlandı ama tarımsal sulamada bu denetimi sağlayamadık.
Yeraltı sularımızın seviyelerinin barajlardaki gibi herkes tarafından görünür olmayışı aşırı kullanımı arttırıyor. Gözden ırak denetimden uzak oluyorlar yani. Kentlerimizin içme ve kullanma suyunun yaklaşık yarısı, yeraltı suyundan çekiliyor. Geçen sene yaşadık üç büyük kentimizde barajların düşen su seviyeleri büyük endişe yarattı ve yakın takip altına alındı. TV ekranlarında her gün altyazı ile bilgilendirme yapıldı. Ancak aynı dönemde beslenemeyen yeraltı suyu havzalarındaki düşüşten hiç haberimiz olmadı. Hiçbir TV kanalında altyazı da geçmedi bu seviye düşüşleri. Ama aslında Türkiye’nin kentsel nüfusunun yarısının su ihtiyaçlarını karşılamak için aynı işlevleri gören yeraltı suyu rezervlerimiz de azaldı. Türkiye’nin su yönetiminin en acil konusu bu alanda sadece yasaklayıcı tedbirlerle değil ama, havza ölçeğinde bütüncül ve katılımcı bir yönetim anlayışıyla acil önlem alınmasıdır. Çünkü geç kalırsak yeraltı sularımızı kalite ve miktar açısından geriye getirmek çok uzun zaman alacak ve bize çok pahalıya mal olacak. Şimdi ne yapılmalı sorusu akla gelebilir. Bu konuda ben öneri getirmiyorum artık. Zaten hepsi hazır. Suyun akılcı planlı ve verimli yönetimi konusunda alınması gereken her türlü tedbir en anlaşılır şekilde yazıldı. Bunlar devletin Havza Koruma, Havza Stratejik Planlama, Havza Yönetim, Ulusal Su Planı gibi birçok planında yer alıyor. Ancak tozlu raflardan indirilip katılımcı ve şeffaf bir anlayışla uygulamaya geçirilmesi gerekiyor.
Amuran – Türkiye suyunu ve toprağını havza ölçeğinde yönetmeye bir an önce geçmeli diyorsunuz. Bir öneri gündeme getirildi: Cumhurbaşkanlığı bünyesinde Su Politikaları Kurulu oluşturulması. Siz, bu öneriye sıcak bakıyor musunuz?
Yıldız – Hayır ben Türkiye’de bu alanda yeterince kurul ve kuruluş bulunduğunu düşünüyorum. Bunlara bir politika kurulunun daha eklenmesinin gerekli olmadığını söylüyorum. Yapılması gereken şeyler belli. Konuyu araştırma komisyonlarına alt komisyonlara tekrar tekrar havale edip buralarda aynı konuları sürekli ele almanın çok gerekli olmadığını düşünüyorum. TBMM’indeki gibi araştırma komisyonları kurulup tabiki çalışılabilir ancak gündemleri bugünkülerinden çok farklı olmalı. Araştırılacak konular çok daha farklı olmalı. Komisyon üyeleri de olabildiğince bu konulardaki uzmanlardan oluşmalı. Dünya’daki dijital dönüşümü, doğa tabanlı su yönetimi anlayışını, yeşil dönüşümü, yeşil mutabakatı, enerji-su-gıda-ekoloji ilişkisini, bunların uygulanmasının önündeki eşikleri, komisyonlarda kurullarda mutlaka konuşmalıyız. Buralarda, bu yeni konseptlere reçete çözümler sunan uluslararası sistemin artacak olan baskılarından ve emperyalist taleplerinden korunabilmek için gerekli temel stratejileri de konuşmalıyız. Bunun arkasında duracak yüksek devlet politikasını ve bunu savunacak siyasi irade ve toplumsal bilinci oluşturmak için konuşmalıyız.
Yani birçok kurum ve kuruluşta bu konulardaki gelenekselleşmiş, hantal çalışma anlayışımızın da değişmesi lazım. Uzun zamandır birçok konuda neyi hangi amaçla yaptığımızı hiç düşünmeden yapıyoruz. Elde edilen sonuçların etkisi ve uygulama alanı da yetersiz kalıyor. En acı tarafı da çalışma yapılıyor beklentisiyle kaybettiğimiz zamanın topluma ve ülkeye çıkacak olan faturası. Arabayı atın önüne bağlayarak ilerlemeyi beklemek bize çok şey kaybettirdi.
Amuran – Su, enerji, gıda ve çevrenin birlikte ele alınması ve su yönetiminin bir koordinasyon içinde yapılması zorunluluğuna siz de işaret ediyorsunuz. Nasıl bir koordinasyonda su yönetimi oluşturulmalı?
Yıldız – Önümüzdeki dönemde su yönetiminin dikkate alması gereken en temel kavramlarından ikisi doğa temelli çözümler ve su-enerji-gıda ve ekoloji ilişkisi olacak. Katılımcılık, şeffaflık, bütünleşik yönetim anlayışı zaten olmalı artık bunları saymıyorum. Bunları geçmiş olmamız lazım ki ekosistem dengesine verdiğimiz zarar ile doğanın kendisini bizden koruma refleksinin gazabına uğramayalım. Bunun için su yönetiminde İngilizcede nexus olarak geçen bu bağlantıyı ve koordinasyonu gözeten bir anlayışa ihtiyacımız var. Bunu su havzası ölçeğinde bütünleşik bir anlayışla yapabiliriz. Diğer taraftan dikkat ederseniz artık su-enerji-gıda ve ekoloji alanlarının herbiri teker teker ulusal güvenlik konusu olarak kabul ediliyor. Yani ulusal güvenlik politikalarının ana konuları oldular. Bu durum ülkelerin bu sektörlerin bağlantıları üzerinden işbirliği arayışları yaratabileceği gibi bu sektörlerin güvenlikleştirilmesi sonucunu da doğurabilecektir. Biz de bu sonucun kolaylıkla ortaya çıkabileceği bir coğrafya olan Ortadoğu ile sınıraşan sular ilişkisi olan bir ülkeyiz. Ancak biz su kaynaklarımızı bölge barışı ve istikrarı için kullanma politikamızı sürdürmek zorundayız. Bunun için de bölgenin su yönetiminde yenilikçi ve yönlendirici ülkesi olmak gibi yüksek politika hedefleri koymalıyız. Burada da disiplinlerarası bir düşünce tarzını ve su yönetiminin yenilikçi temel kavramlarını dikkate almamız gerekli.
Amuran – Şu anda günümüz ihtiyaçlarına cevap vermeyen çeşitli yasalarda su ile ilgili düzenlemeler var. Birlikte yönetime ilişkin düzenlemeler de yok. Ayrıca ilgililerin de belirttiği gibi genel özel su ayrımında da karmaşalar yaşanıyor.. Buna benzer çeşitli gerekçelerle yeni bir Su Kanununa ihtiyaç ver deniliyor. Böyle bir yasada olmazsa olmaz diyeceğimiz hangi düzenlemelere gereksinim var?
Yıldız – Biraz önce sürdürülebilir su yönetiminin olmazsa olmaz kavramlarından olan bütünleşik katılımcı, şeffaf yönetim anlayışını artık aşmış olmamız gerekli demiştim. Ama bunlar için tabi ki kurumsal yapı eksiklikleri kadar yasal boşlukların da tamamlanmış olması lazım. Su yönetimimizin çok başlı çok parçalı ve koordinasyon eksikliği içerisinde olmasının nedenlerinden biri de, yenilikçi bir su yasamızın bulunmaması. Ancak bu eksikliği giderip su yasası TBMM’den geçince hiçbir şey bitmiş olmuyor. Aslında çok uzun bir yolculuğun bütünleşik bir şekilde havza ölçeğinde katılımcı bir anlayışla uygulama aşaması başlamış oluyor.
Biz bugüne kadar işlerliği olmayan birçok yasa çıkarttık ve daha sonra tekrar düzenlemeler yaptık. Ancak bu su yasasında bu şansımız yok. Çünkü ülkemizin BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerindeki ilerlemesini ve biraz önce saydığımız birçok sektörü doğrudan ilgilendiren ve ulusal güvenliğimizle de doğrudan ilişkili olan bir doğal kaynağımızı yönetmek için bir yasa çıkartıyoruz. Bu nedenle bu topluma bu yasanın yenilikçi kavramlarını anlatmanın yanısıra su konusunda katılımcılığın önemini de vurgulamalıyız.
Bu yasa havza ölçeğinde suyun akılcı ve planlı yönetimini amaçlıyor ve 6 Bölüm ile 30 Maddeden oluşuyor. Yasa taslağı halen Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün yönetimindeki 1.Su Şurasında tüm paydaşların temsilcilerince detaylı bir şekilde inceleniyor. Biz de Su Politikaları Derneği olarak 1.Su Şurası’nın Su Hukuku ve Politikaları çalışma grubunda yer alıyoruz ve önerilerimizi iletiyoruz. Su Yasası Taslağına ana hatlarıyla Suyun Korunması, Kullanılması, Yönetimi ve Denetimi ile AB direktiflerine uyum konularını ilgilendiren maddeler var. Yasa taslağında suyun hukuki durumu, havza ölçeğinde bütünleşik yönetimi, kirlenmeye karşı korunması, arıtılmış suların yeniden kullanımı da yer alıyor. Ayrıca su tahsisi sicili, su bilgi sistemi, Su Yönetimi Kurullarının yasal statüye kavuşturulması gibi konular da taslakta ele alınmış durumda.
Ancak Su Yasası Taslağı planlandığı gibi bu yılın sonuna doğru TBMM’den geçerek yasalaşsa bile uygulamada bazı zorluklarla karşılaşacak. Bu yasa ile suyu ülke genelinde ve havza ölçeğinde yönetecek olan ve geçmişte yönetmelikle oluşturulmuş olan kurumların bir yasal dayanağı olacak. Ancak merkezi olarak ve özellikle su havzası ölçeğinde suyu etkin yönetebilecek güçlü etkili bir kurumsal yapı tanımlanmıyor yasa taslağında. Bunun eksikliği yaşanacak diye düşünüyorum.
Biz bu yasa taslağını yaklaşık 8 yıldır konuşuyor ve hazırlamaya çalışıyoruz. Artık, havza ölçeğinde su yönetimi uygulamalarına adım atmamız lazım. Bu açıdan su yasası eksikleriyle de olsa önemli bir gelişme olacak ancak sihirli bir değnek olmayacaktır. Suyumuzu daha iyi yönetebilmemiz için sadece bir başlangıç adımı olacağını da unutmamamız gerekli. Taslak yasalaştıktan sonra da yapılacak çok işimiz olacak. Öyle görünüyor.
Amuran – Sonuç olarak uzun bir yol var önümüzde. Bu süreçte Su politikalarına halkımızın biraz daha bilinçli, karar vericilerin de biraz daha sorumlu bakması gerekiyor. Uyarılarınız ve önerileriniz çok önemli. Yeter ki karar vericiler uygulayıcılar da sizler kadar sorumlu davransın. Çok teşekkürler.
Yıldız – Ben teşekkür ederim.
Nurzen Amuran
[UHA Haber Ajansı, 05 Eylül 2021]