5 Soru: 15 Temmuz Darbe Girişimi -II-
3. Darbe girişimi tam olarak bertaraf edilmedi mi, insanlar neden hala sokaklardalar? 4. Darbe girişiminin uluslararası boyutu nasıl anlamlandırılabilir? 5. Fethullah Gülen’in ABD tarafından iade meselesi nasıl değerlendirilmelidir?
Yayın T: 16 Temmuz 2016 Güncelleme T:22 Temmuz 2024
Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi ve TRT Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Veysel KURT’un SETA için kaleme aldığı “5 Soru: 15 Temmuz Darbe Girişimi” başlıklı yazısının içerik olarak önemli olması nedeniyle güncellemiş bulunuyoruz.
3. Darbe girişimi tam olarak bertaraf edilmedi mi, insanlar neden hala sokaklardalar?
Yakın tarihe bakıldığında, darbe girişimlerinin bazı durumlarda ikinci dalgada başarıya ulaştıklarını göstermektedir. 1953’te Musaddık’a karşı gerçekleşen darbede günlerce darbeye karşı direnen halk, tehlikenin geçtiği ve Musaddık’ın iktidarda kaldığına dair ikna olduğunda sokaklardan geri çekilmesinin hemen ardından gelen ağır ikinci dalga onu devirmişti. Ayrıca 9 Mart 1971 tarihinde Türkiye’de cunta girişimi engellenmesine rağmen 12 Mart’ta darbenin gerçekleşmesi hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Cumhurbaşkanı, halk, hükümet ve güvenlik birimlerinin darbeye karşı başlayan direnci ilk saatlerden itibaren etkisini göstermeye başlamış ve darbecilerin işgal ettikleri kurumlardan ve sokaklardan tedricen geri çekilmelerini doğurmuştur. 16 Temmuz sabahında Boğaziçi Köprüsü’ndeki askerlerin geri çekilmesi, alan kontrolünün sağlandığına işaret etmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı’nın halka yönelik olarak doldurduğu alanlardan geri çekilmemeleri çağrısı ve halkın bu çağrıya uyarak sokaklarda kalması dikkat çekicidir.
Günümüze kadar darbelerin ülkede yarattığı tahribat fakat daha önemlisi darbe girişiminin faili olan FETÖ’nün uygulamaya koyduğu yöntemler, halkı tedbirli davranmaya yöneltmiştir. Bununla birlikte darbecilere karşı alan kontrolü sağlanmış olsa da tehlikenin bütün boyutlarıyla atlatıldığını söylemek güçtür. Darbe girişiminin ilk dalgası bertaraf edilmesine rağmen Malatya 7. Ana Jet Üssü’ndeki hareketlilik, Konya 3. Jet Üssü’ndeki operasyon ve Sabiha Gökçen Havaalanı’nda gözaltı kararına direnen Jandarma Komutanının emrindeki askerlere ateş emri vermesi gibi örnekler yaşandı.
Son üç yıllık süreçte kamuoyu FETÖ’nün nasıl entegre bir şekilde işlediğine şahit oldu. Dolayısıyla başta yargı olmak üzere diğer bürokratik kurumlardaki FETÖ’ye bağlı kişilerin pasifize edilmesi elzemdir. Bu anlamda kamuoyu açık bir beklenti içine girmiştir. Hem darbecilerin yargılanması hem de bundan sonra darbe girişiminde bulunma teşebbüslerini caydıracak etkili cezaların uygulanmasını beklemektedir. Bu bağlamda darbe girişiminin önlenmesinde büyük bir rol oynayan halk idam cezasının geri getirilmesine yönelik taleplerini açık bir şekilde dile getirmektedir.
4. Darbe girişiminin uluslararası boyutu nasıl anlamlandırılabilir?
Darbe girişiminin uluslararası boyutu iki aşamada değerlendirilebilir:
Birincisi, darbe öncesi Türkiye etrafında oluşturulan imaj. Bu çerçevede uluslararası kamuoyunda Türkiye’ye yönelik “DAİŞ’e yardım” yaftalaması demokratik yollarla seçilen Cumhurbaşkanı ve hükümetin meşruiyetine gölge düşürmeye yönelikti. Bunun yanında, son birkaç aydır ABD basınında kışkırtıcı bir dille gündeme getirilen darbe söylemleri, birbirini tamamlayan süreçler oldu.
İkinci aşama ise Türkiye’de 15 Temmuz gecesi darbe girişimi haberlerinin yayılmaya başladığı andan itibaren uluslararası aktörlerin tepkileriydi. Özellikle Türkiye’nin güçlü ilişkilere sahip olduğu ABD, AB ve diğer Batılı ülkelerden demokratik değerleri destekleyen açıklamalar duyması gerekirdi. Maalesef bu ülkeler bu desteği sunmak istemedi. Türkiye’de demokratik ve meşru hükümeti vaktinde destekleme eğilimi göstermediler.
ABD’den ilk resmi açıklama John Kerry’dendi. Kerry’nin “Umarım Türkiye’de huzur, barış ve istikrar olur” sözleri darbeyi sorunsallaştırmamaktaydı ve demokratik yöntemlerle seçilmiş bir hükümete destekten uzaktı. Başkan Obama’nın hükümete destek açıklaması ise oldukça geç bir vakitte geldi. AB’nin de ilk tepkisi hem oldukça geç bir vakitte geldi hem de oldukça cılızdı. Bunun yanında Pentagon’da görevli üst düzey bazı generallerin hem darbenin başarılı olduğuna dair söylentiler yayması hem de darbenin başarılı olması beklentisini dile getirmeleri, sadece seçilmiş meşru hükümetin değil, aynı zamanda Türk kamuoyunun da iradesinin tersine açıklamalardı. BM’nin darbeyi kınamaya yönelik karar tasarısı ise darbeci Sisi yönetimindeki Mısır’ın vetosuna takıldı. Liberal ve demokratik söylemleri her fırsatta dile getiren bu kurumların darbe girişimine karşı tepkisi Türkiye kamuoyunu tatmin etmekten çok uzak kaldı.
Buna karşın Azerbaycan’dan Somali’ye, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar hem resmi ağızlardan hem de sokaklardan gelen ilk tepkiler, demokratik yöntemlerle seçilmiş Türkiye Cumhurbaşkanı ve hükümetini desteklemeye yönelikti. FETÖ’nün uluslararası ağda örgütlenmesine bakıldığında Türkiye’nin bu hassasiyeti açık bir şekilde anlaşılır olmaktadır. Ancak darbe girişimi Türkiye’de bertaraf edildikçe uluslararası boyutta yeni enstrümanlar devreye girdi. Stratfor’un, 15 Temmuz gecesi, suikasta uğradığı Marmaris’ten İstanbul’a gelmekte olan Cumhurbaşkanlığı uçağının uçuş rotasına ilişkin koordinatları vermesi kaba bir tehdit mahiyetindeydi. 18 Temmuz sabahı da Wikileaks Twitter hesabından Türkiye ile ilgili 100 bin dokümanın yayınlanacağını ve bu belgelerin Türkiye’deki kavgayı etkileyeceğini duyurdu. Bu yaklaşımlar, darbe girişiminin operasyonel odağının uluslararası boyutuna işaret etmektedir. Halbuki Türkiye’nin uluslararası kurum ve aktörlerden yana somut beklentiler içindedir.
5. Fethullah Gülen’in ABD tarafından iade meselesi nasıl değerlendirilmelidir?
Terör örgütlerinin tasfiye edilmesinin en önemli boyutlarından birisi, lider kadrosunun etkisizleştirilmesidir. Darbe girişiminin bertaraf edilmesiyle birlikte FETÖ’nün pasifize edilme süreci hızlanacaktır. Bu anlamda Fethullah Gülen’in iadesi de örgütün tasfiye edilmesi noktasında önem kazanmaktadır. Darbe girişiminin ardından 16 Temmuz Cumartesi günü halka hitaben yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD yönetimine hitaben model ortaklığı hatırlatarak, “darbe girişimini yöneten örgütün başındaki zatın Türkiye’ye iadesini” talep etti. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da iade için gerekli işlemleri yaptıklarını açıkladı.
Aslında Türkiye uzun süredir Gülen’in iadesini istemekteydi, ancak ABD bu talebe karşılık vermemişti. Söz konusu darbe girişiminden sonra ABD’nin bu talebe nasıl cevap vereceği hala açıklığa kavuşmuş değil. Dışişleri Bakanı Kerry bir yandan darbe soruşturmasında işbirliğine gidebileceklerini dile getirirken, Gülen’in iadesi konusunda “somut kanıtlar” şartını dile getirerek olayın hukuki boyutuna işaret etmiştir. Bu anlamda ABD Ankara Büyükelçisi John Bass da yaptığı açıklamada üç temel noktaya dikkat çekmiştir: Birincisi, Gülen sempatizanlarının dezenformasyonu, ikincisi kamuoyunda darbenin arkasında ABD’nin olduğu kanaatinden duydukları rahatsızlık ve üçüncüsü ise anlaşma gereklerinin yerine getirildiği takdirde Gülen’in iadesi konusunda da işbirliğine hazır olduklarıdır. Türkiye’nin 1980’den beri ABD ile “suçluların iadesine ilişkin anlaşma”ya sahip olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla iadenin hukuki altyapısı hazırdır. Ancak mesele daha çok siyasi bir mahiyete sahiptir ve iadenin gerçekleşmesi için ABD karar vericilerinin siyasi inisiyatif göstermesi gerekmektedir. Türkiye stratejik ortağı olan ABD’nin bu direncini anlamakta zorlanmaktadır. Kerry ve John Bass’ın işbirliğine yönelik ifadelerinin somutlaşması ve Türkiye’nin beklentilerini karşılaması gerekmektedir. Gülen’in ABD’de ikamet etmesi dolayısıyla Türk kamuoyu –John Bass’ın da dile getirdiği gibi– darbe girişiminin arkasında ABD’nin bulunduğu kanaatini taşımaktadır. Obama yönetiminin bu algıyı kırmakla ilgili atabileceği en etkili adım Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesidir.
***