Gazeteci Selin YURDAKUL’un haberine göre, Bağımsız Düşünce Kuruluşu Toplum Çalışmaları Enstitünün Siyaset Programı Direktörü Hüseyin Raşit Yılmaz, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Öcalan” açıklamasıyla başlayan tartışmalar ile araştırma sonuçlarını, kaleme aldığı köşe yazısında değerlendirdi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) çatısı altında konuşmasına yönelik açıklaması tepkilere neden olurken, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel’in Kürtlere yönelik “Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi olma” vurgusu tartışmaları alevlendirdi. Söz konusu gelişmeler üzerine Toplum Çalışmaları Enstitüsü anket çalışması gerçekleştirdi. Enstitü, katılımcılara iki liderin beyanları ile terörün çözümüne, Öcalan’ın akıbetine ilişkin beklentileri ve siyasal yarıştaki son durumu sordu.
“ÖZEL’İN SON AÇIKLAMALARI SİYASİ HASARA MERHEM OLAMADI”
“Terör ve Açılım” araştırmasının sonuçları kamuoyunun dikkatini çekerken, araştırma sonuçlarına ilişkin bir değerlendirme de Enstitünün Siyaset Programı Direktörü Hüseyin Raşit Yılmaz’dan geldi.
Yılmaz, Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nde yayınlanan yazısına CHP lideri Özel’in açıklamalarını değerlendirerek başladı. Yılmaz yazısında, “Sayın Özel’in kastının ayrı bir devlet olmadığı hitabın tümünü dinleyenler için son derece açık elbette. Ama ‘devlet vaat etme’ cümlesinin tek başına yaygın dolaşıma girmesi ve tepkilerin peşinden gelen ‘aslında öyle demiyorum’ minvalindeki açıklamasının söz konusu cümlenin siyasi hasarına merhem olmaya yetmemesi bir sürpriz değil. Biraz da bu durumun hızlı bir kamuoyu araştırmasıyla ortaya konulmasının ‘keşke’leri oluştu Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminde” ifadelerini kullandı.
“GENEL MERKEZLERDE ÇALIŞMALAR YAPTIRILDI”
Terör ve Açılım araştırmalarına ilişkin iktidar ve muhalefet partilerinin genel merkezlerinde çalışmalar yaptırıldığını belirten Hüseyin Raşit Yılmaz, “‘Açıklanmasalar bile’ sonuçların bizi teyit ettiğine dair fikir sahibi olmuşlardır. Çabucak gerçekleştirilen bir miting ve söyleşilerle 22 Ekim’deki ‘coşkulu’ el yükseltme retoriğinin yerini daha mutedil bir dile bırakması da bu yüzden olsa gerek” ifadelerine yer verdi.
“İKİNCİ AÇILIM” OLASILIĞININ MHP, AKP VE CHP’YE FATURASI NE OLDU?
Yazısında araştırma verilerine de yer veren Yılmaz, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bu ‘radikal’ çıkışın MHP açısından politik maliyetini de görebiliyoruz. Geçen ay yaptığımız araştırmada yüzde 11,7 olan MHP oyu 24 Ekim’de yüzde 7,5’e gerilemiş durumda. Bu her 3 MHP seçmeninden birisinin partisine oy vermekten, en azından şimdilik, vazgeçtiğini gösteriyor. Peki II. Açılım sürecinin esas sahibi AK Parti de ortağına benzer bir siyasi maliyetle karşı karşıya mı? An itibariyle hayır. Çünkü çok açılan ortağı, açıldığı yerden ‘su çok güzel, gelsene’ diyemedi. Hâlâ kurumsal alt yapısı güçlü olan AK Parti kulaç atılan suyun risklerini görecek kadar tecrübeli, ölçme ve değerlendirme sistemine sahip olduğu için suya önce ortağının girmesini uygun bulmuştu. Politik risklerin farkında olduğunu ifade eden CHP Genel Başkanı, Sayın Erdoğan’ın ortağının ardından suya, hemen girmeyeceğini öngöremediği için oldukça aceleci davranmış oldu. Doğrudan Sayın Özel’in ‘eşit yurttaşlık/el yükseltme’ cümleleriyle sorduğumuz ‘destekliyor musunuz?’ sorusuna katılımcıların yüzde 73,2’si ‘hayır’ diyor. CHP seçmenlerinde genel başkanlarının açıklamasına katılmayanların oranı ise yüzde 70,3. Bu net tepki yerel seçimler sonrası birinciliğe alışmaya başlamış olan CHP’yi daha eski bir alışkanlığıyla karşı karşıya getirdi: İkincilik. CHP’nin geçen ay yüzde 32,7 olan oyunun yüzde 26,9’a gerilemesi, AK Parti’nin kendisini korumasıyla birleşince yüzde 32,1 oyla birinci parti yeniden iktidarın büyük ortağı oldu. Bu Ak Parti’nin suya girmek yerine kıyıda kuru kalmayı, CHP’nin de hızlı pozisyon alma heyecanıyla koşarak MHP’nin girdiği suya girmesinin doğal bir sonucu elbette”
“AK PARTİ, İLAVE KAZANIMLARI HANESİNE YAZDIRABİLİR”
Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AK Parti’nin, süreçten nasıl MHP ve CHP gibi olumsuz etkilenmediğine değinen Yılmaz, yazısını şöyle sürdürdü:
“Sayın Erdoğan bizzat kendi ağzından çıkmayan hiçbir ifadenin ve doğrudan içinde olmadığı hiçbir aksiyonun kendi politik itibarına ciddi bir hasar vermeyeceğinin farkında. Cumhur İttifakı kitlesinde yaygın olarak var olan ‘bir bildiği vardır’ sihirli sözünü besleyecek malzemeleri kendi kitlesiyle paylaşma konusunda hâlâ başarılı. İsrail saldırganlığına karşı özel meclis oturumundan, medyasındaki yorumcuların jeopolitik temelli ‘savaş kapıda’ uyarılarına, Sayın Bahçeli’nin açıklamasına karşı oluşan tepkinin ardından kendisine yakın bir gazetenin attığı ‘karşıt’ manşete kadar planlanan bir politik tasarım bu. Hakkını teslim etmek gerekir: Kısa dönemli sonuçları bakımından oldukça başarılı. Eğer Sayın Erdoğan ‘bir bildiği vardır’ ve ‘savaş kapıda’ parantezleri arasına kendi seçmenleri dışında da bazı kesimleri ekleyebilirse sadece ‘yeniden cumhurbaşkanı adaylığı’nı değil ilave kazanımları da hanesine yazdırabilir. Tabi bunun için kuru kalmayı başarması gerekecek. Ancak toplumsal eğilimlere baktığımızda bu defa işi pek kolay değil. Şöyle ki; ‘PKK lideri Abdullah Öcalan ile ilgili devlet sizce ne yapmalı?’ sorusuna katılımcıların yüzde 45,5’i şu an yasalarımızda bulunmayan bir cezayı dile getirerek, ‘idam edilmeli’ yanıtını veriyor. Yüzde 33,2’si ise mevcut cezası olan ‘ömür boyu hapis’ cevabını veriyor. Bu iki yanıtın toplamı yüzde 80’e yakın.
Serbest bırakılmalı ve ev hapsine alınmalı diyenlerin toplam oranı ise yüzde 9,9. İdam edilmeli yanıtını verenler Ak Parti seçmenlerinde yüzde 52,4, MHP seçmenlerinde ise yüzde 57,4. Yani Öcalan’ın ‘aktör’lüğü yalnız şehit ve gazi ailelerini değil toplumun yüzde 80’ine yakınını rahatsız eden bir öneri gibi duruyor. Türk ve Kürt kökenli vatandaşların eşit hak ve özgürlüklere sahip olup olmadıkları sorulduğunda da katılımcıların yüzde 74’ü ‘evet, sahip’ yanıtını veriyor. Ana dili Kürtçe olan katılımcılarda bu oranın yüzde 47,3’e gerilediğini görüyoruz. PKK terörünün nasıl sona erdirilmesi gerektiğine dair soruya ise katılımcıların yüzde 44,9’u silahlı mücadeleyle yanıtını veriyor. Müzakere diyenler yüzde 32,3. Sayın Bahçeli ve Sayın Özel’e olan destek oranlarının yüzde 20’nin altında kalarak çözümün müzakereyle olması gerektiğini düşünen yüzde 32,3’ün bile epey altında kalması dikkat çekici. Bu ‘Öcalan/Meclis’ ve içeriği bambaşka olsa da ‘devlet vaadi’ ifadelerine duyulan yaygın tepkinin neticesi olsa gerek. Peki bundan sonra ne olur?
BUNDAN SONRA NE OLACAK?
Aralarında Almanya, Fransa, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin de olduğu pek çok ülkenin yaşadığı uluslaşma sürecini cumhuriyetle birlikte biz de yaşadık. Doğru, belli bakımlarda yaşamaya devam ediyoruz. Kesin olan: bugün dünden daha fazla ulus olduğumuz gerçeğidir. Elbette Kürtçe konuşanların yarıya yakınının kendilerini diğerleriyle eşit hissetmemesi hoşnut olunacak bir durum değil. Bir meseleye işaret eden pek çok delilden bir tanesi. Bununla birlikte kendilerini eşit hissetmeyen Kürtlerin bu duygu-durumları kendileri dışındaki büyük çoğunluk göz ardı edilerek değerlendirilemez. Bugün demografinin coğrafi dağılımı 60 sene önceki gibi değildir. Kürtlerin çoğu Güney ve Doğu Anadolu’da değil batı bölgelerinde yaşamaktadırlar. Özensiz, gelecek projeksiyonu olmadan atılan her adımın ‘sevimsiz’ sonuçları olabilir. Bu sonuçlar arasında terörün 40 yılda, gönlünce, bozamadığı toplumsal huzurun zedelenmesi de bulunuyor. Bu hâl ortadayken, sürecin bir yerinde, ki o yer Sayın Erdoğan’ın politik kariyerinin devamına dair alınan bir desteğin ardından gelir, II. Açılım’ın da sona ereceği kanaatindeyim.”
Gazeteci* Selin YURDAKUL, TÜHA Haber