Perspektif : Türkiye’nin Sınır ötesi harekatı’nın meşruiyetini sağlayan hukuki unsurlar
Türkiye’nin saygın, bağımsız, tarafsız düşünce ve yayın kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan Araştırmacı – Yazar Prof. Dr. Yücel Acar, bugün de ‘Türkiye’nin Sınır ötesi harekatı’nın meşruiyetini sağlayan hukuki unsurlar’ konusunu perspektif açıdan ele aldı.
Operasyonların maksat, nitelik ve hukuki dayanaklarına dair yapılan bu açıklamalara rağmen söz konusu sınır ötesi operasyonlara karşı bazı itirazların dile getirildiğine tanık olunmaktadır.
Meşru müdafaa hakkı, BM Antlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeden ortaya çıkan unsurlar şöyle sıralanmaktadır:
• Meşru müdafaa hakkının doğal olduğu yani her devletin böyle bir hakka kendiliğinden sahip olduğu
• Mevcut bir silahlı saldırı olması gerektiği
• Devletlerin kendini savunma haklarının tek başlarına ya da kendilerine yardım edebilecek diğer devlet ya da devletlerle birlikte kullanabileceği
• Bu hakkın BM Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği koruyacak tedbirler alıncaya kadar kullanılabilecek bir hak olduğu
Bu maddede belirtilmese de orantılılığın da meşru müdafaa hakkının bir unsuru olduğu kabul görmektedir. Bu unsurdan kasıt ise mevcut saldırıya verilecek karşılığın saldırıyı durduracak ve bertaraf edecek ölçütte olması gerektiği, gerektiğinden daha fazla güç kullanılmasının meşru müdafaa hakkının sınırlarını aşacağıdır.
Türkiye’nin meşru müdafaa hakkına dayanmasına ilişkin itirazların gerekçelerinden birisi, bir devletin meşru müdafaa hakkını daha ziyade devletler arasındaki saldırılarda kullanabileceği varsayımına dayanmaktadır. Oysa BM Antlaşması’nın 51. maddesinde sıralanan unsurlardan açıkça anlaşıldığı üzere meşru müdafaa hakkının doğması için bir devlete yönelmiş saldırının mutlaka başka bir devletten gelmesi gerekmemektedir.
Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Diğer Faaliyetler Davası Kararı’nda bir devletin meşru müdafaa hakkının doğabilmesi için bir “silahlı saldırı”nın hedefi olması gerektiğini, bir silahlı saldırının oluştuğunu söyleyebilmek için de bazı kriterlerin sağlanmasının lüzumunu belirtmiştir.
UAD bir silahlı saldırının yalnızca düzenli silahlı kuvvetlerin uluslararası sınırı aşan türden faaliyetleri ile sınırlı olmadığını aynı zamanda
“bir devlet tarafından veya onun adına silahlı çetelerin, grupların, düzensiz gruplar veya paralı askerlerin, ‘düzenli kuvvetler tarafından gerçekleştirilen fiili bir silahlı saldırı’ olacak düzeyde gönderilmesini de içerdiğini” vurgulamıştır.
Dolayısıyla düzensiz silahlı grupların saldırılarının da meşru müdafaa hakkını doğurduğunu belirtmiş ve akabinde söz konusu saldırıların “silahlı birliklerce gerçekleştirilen önemli büyüklüğe sahip eylemler” olduğu ölçüde meşru müdafaa hakkının doğmasına yol açtığını vurgulamıştır.
UAD yalnızca “sınır olayları” (incidents) sayılacak olanların silahı saldırı sayılmayacağını ancak daha ağır eylemlerin bu kapsamda değerlendirilebileceğini ortaya koymuştur.
PKK/KCK-YPG’nin Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye yönelttiği saldırılar sınır sürtüşmeleri düzeyini aşarak düzenli silahlı kuvvetlerin yapabileceği saldırılar seviyesine ulaşmaktadır.
Açıklanan resmi rakamlara göre 2015’ten bu yana Suriye topraklarından Türkiye’nin sınıra yakın şehirlerden Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak’a –son zamanlardaki eylemler de dahil edildiğinde– 764 havan, roket ve füze saldırısı yapılmış; bu saldırılarda 32
sivil Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş, 261 kişi de yaralanmıştır.
Geçtiğimiz yedi yılda Türkiye sınırları içindeki yerleşim yerlerinde PKK ve bağlantılı terör örgütlerinin gerçekleştirdiği 87 ayrı terör eyleminde 153 güvenlik görevlisi ve 173 sivil hayatını kaybetmiştir.14 Son olarak ise Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’nin Karkamış kasabasına yapılan roket saldırısında 2 sivil hayatını kaybetmiş, 2’si ağır 6 kişi yaralanmış ve sonraki günler bu nitelikte saldırılar devam etmiştir.
Bu rakamlar Türkiye’nin meşru müdafaa hakkının doğmasını sağlayan türden saldırılara maruz kaldığını göstermektedir. PKK ve onun Suriye’nin kuzeyine uzanan kolu olan YPG’nin Türkiye’ye yönelik bu tür saldırıları 2011’de Suriye iç savaşı başlamadan önceki yıllarda
da yaşanmıştır. Suriye iç savaşı ile birlikte yalnızca isim ve ABD desteği ile şekil değiştiren PKK, YPG adı altında Türkiye’ye yönelik saldırılarını sürdürmektedir.
Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına yöneltilen bir başka eleştiri ise orantısız güç kullanıldığı hatta sivillerin hedef alındığı iddiasıdır. Oysa açıklamalar ve görüntüler halihazırda gerçekleştirilen operasyonların da terör merkez ve unsurlarını hedef aldığını göstermektedir.
Pençe-Kılıç Harekatı’nda teröristler tarafından üs olarak kullanıldığı tespit edilen Irak’ın kuzeyinde Kandil, Asos ve Hakurk, Suriye’nin
kuzeyinde de Arap Pınarı, Tel Rıfat, Cizire ve Malikiye bölgelerindeki bazı yerler hedef alınmıştır. Operasyonların Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturan barınak, sığınak, mağara, tünel, mühimmat depoları ve sözde karargah ve eğitim kamplarından oluşan hedeflere düzenlendiği görülmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm faaliyetlerinde olduğu gibi bu harekatın da hem planlama hem de icrasında masum insanlara ve çevreye zarar vermemek için gerekli her türlü tedbirin alındığı, bu tedbirlere uygun icra edildikleri vurgulanmaktadır.
Savunma Bakanı Akar “Sadece ve sadece teröristler ve teröristlere ait yapılar hedef alındı. Teröristlerin barınakları, sığınakları, inleri, mağaraları başlarına yıkıldı” demiştir. Ayrıca esasen sınır ve ülke güvenliğini koruma maksadı güdüldüğünü özellikle vurgulayarak “Maksadımız, 85 milyon vatandaşımızın ve hudutlarımızın güvenliğini sağlamak, ülkemize yönelen her türlü hain saldırının
da mutlaka karşılığını vermek” ifadelerini kullanmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği üzere bu operasyonlarda Türkiye’ye yönelik saldırıları sınırı ötesinde karşılama ve yok etme niyeti taşınmaktadır. Özellikle vurgulanmalıdır ki Türkiye’nin sivil yerleşim yerlerini ya da sivilleri hedef almak için özel bir maksadı ya da faydası olduğunu gösteren hiçbir unsur bulunmamaktadır. Bütün bu veriler göstermektedir ki Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları meşru müdafaa
hakkına dayanmakta ve bu hakkın sınırlarına riayet edilerek gerçekleştirilmektedir.
***
Yücel Acer
[UHA Haber Ajansı, 02 Aralık 2022]